DOĞUM NEDİR?
Doğum bebeğin dünyaya gelmesidir. Bu kadar! Nedir bunca tartışma? Yok doğal doğummuş, yok suda doğummuş, aktif doğummuş, hipnozmuş, doulaymış, oymuş buymuş! Bunların hepsi bir grup insanın yeni rant kapısı o kadar! Gidersin hastaneye, doktorlar ebeler işlerini yapar, alırsın bebeğini kucağına, dönersin eve! Önemli olan tek şey vardır, bebeğin ve annenin sağlıklı olması! Tıp zaten çok gelişti. Gebe takibi üst düzeyde standart oldu, sezaryen basit bir ameliyata dönüştü, yeni doğan yoğun bakım hizmetleri mükemmel! Zaten doktorlar 10-11 sene okuyorlar, doğumun her şeyini biliyorlar. Doğuma hazırlık eğitimi de neymiş? Yüzyıllardır kadınlar doğuruyor, nesi öğrenilecek ki? Hele tercihler diye bir moda türedi ki sormayın! Doğum gibi tehlikeli bir olayda doktorun işine karışıp riskleri artırmaktan başka işe yaramaz bu tercih meselesi! En iyi hasta, ona denileni harfiyen yapandır. Sonuçta doktorun, ebenin dediğini yapmayacaksa gitsin tarlada doğursun!
Yukarıdaki paragraf toplumun ve tıp camiasının bugün doğuma bakışının bir özetidir. Çok temel bir çelişki bilmem dikkatinizi çekti mi? Bir yandan “doğum zaten doğaldır, kadınlar yüzyıllardır bunu yapıyorlar” var. Diğer yandan “doktorsuz hastanesiz kesin anneye bebeğe bir şey olur” var. Bir yandan “tıbbı icra etmenin önündeki en büyük engel bilinçsiz ve sorumluluğu doktora yıkan hastalar”, diğer yandan “hastaların bilinçlenmesi ve kararlara katılması tıbbi personelin işini aksatıyor.”
Toplum ve tıp çok değişti. Bundan 100 sene önce bir kadın erken evlenir, birçok çocuk doğururdu. Doğumların çoğu evde ya da tarlada rahatça olurdu ama gebelik, doğum, lohusalık ve yenidoğan döneminde çok sayıda anne ve bebeği kaybederdik. Tıp, doğumlardaki bu ölümleri önlemek için birçok metot geliştirdi. Öncelikle enfeksiyon ile mücadele sonra da sezaryen ameliyatının geliştirilmesi ile doğumlarda artık eskisine nazaran çok çok az sorun yaşıyoruz. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini gösteren en önemli kriter olan anne ölüm oranımız 100.000 doğumda 15’lere düşürüldü. Bu bakanlığın, doktor ve ebelerin özverili çabalarının eseridir.
Yalnız sağlık sadece kalbin atmasından ibaret değil! Temel bir düzey sağlandıktan sonra artık kaliteye de bakmak gerekiyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada doğuma bakış açımız çok mekanik, teknik ve tıbbi! Evet doğum belli riskler içeriyor. Söz konusu olan bebeklerimizin, annelerimizin hayatı! Ancak tedbir alma ve gerektiğinde gerekli müdahaleleri yapma işini öyle bir abarttık ki, doğumun aslında ve çoğu zaman doğal bir fizyolojik işlev olduğunu unuttuk. Yaptığımız müdahalelerin faydasını gördükçe sandık ki doğumu kontrol etmeyi başardık. Oysa doğum kendiliğinden işleyen bir süreç! Her şey yolunda giderken bir müdahale yapıldığında işleyişinde aksaklıklar oluyor. Doğru işlemesi için en önemli olan annenin kendini güvende hissetmesi ve rahat olması!
Oysa genç kızlıktan itibaren doğum acı ve komplikasyonlarla birlikte anlatılıyor. Medya doğumda sorun yaşanan olayları öne çıkarıyor, dizilerde ve filmlerde hep doğumda kötü şeyler oluyor. Hastanelerin işleyişi doğumda çıkabilecek sorunları saptamak üzerine kurulu! Hasta önlüğü giyerek, kolunda damar yolu, NST’ye bağlı bekleyerek sürekli her an bir şey olabilir mesajı alıyor gebe! Ortamın karanlık ve mahrem olması gerekirken çoğu doğumhanede ışıklar sonuna kadar açık ve mekan hep kalabalık! Bu koşullarda doğumun fizyolojik mekanizmalarının işlemesi mümkün değil! Bu durumda da devreye ilaçlar ve müdahaleler girmek zorunda kalıyor. Hem birebir destek ve uygun ortamı sağlamak hem de gerekli tıbbi yardımı hazırda tutmak için çok daha fazla sayıda personel ve çok farklı doğum odaları lazım! Ama yok! 1 doktor, 3 ebe bir günde 10-15 doğuma yetişmeye çalışırken ideal koşulları sağlamaktan bahsetmek abes kaçıyor. Bir kısır döngü almış başını gidiyor.
Toplum da değişti. Yaşam tarzımız, beklentilerimiz değişti. Her şey hemen olsun, sorunsuz olsun, istediğimiz gibi olsun istiyoruz. Parasını verirsek istediğimizi elde ederiz sanıyoruz. Başımıza bir hal gelirse bunun hesabını illa birileri vermeli. Doğum da bundan nasibini alıyor. Bebek aileye uyan zamanda gelecek, sağlıklı olacak, doğum uzun sürmeyecek, ağrı olmayacak, anne hiçbir şey yapmayacak, nasılsa doktorlar var, onlar kadını doğurtacak, en iyisini onlar bildiğinden eğer bir sorun olursa bu kaderde yazan asla değildir, kesinlikle bir hata yapmışlardır, dava edilmeli hatta haddi bildirilmelidir. En ufak problemde doktora neden sezaryen yapmadı denir ama sezaryen önerdiğinde kolaya kaçmakla suçlanır. Tüm koşulların, doğumun olmasına engel olduğu ortamlarda çalışan doktora neden sezaryen oranın yüksek diye soruşturma açılır, maaşı kesilir. Performans sisteminde doğumun tüm sorumluluğu doktora yüklendiğinden ebelerin rolü giderek azalır.
Bugün ülkemizde yılda yaklaşık 1 milyon 250 bin doğum oluyor. Bugünün toplum yapısı, doğumhane işleyişi, hukuk sistemi ve çalışma koşullarına oranla canlı sonuçlanma açısından doğum yardımımız son derece başarılı! Ama canlı demek, sağlıklı demek değil! Bugün her 3 bebekten 2 tanesi ameliyatla dünyaya geliyor. Çoğu doğumda ilaçlar, müdahaleler, travmalar var. Doğuma bitirilmesi gereken bir iş gözüyle bakıyoruz. Sanki bir operasyon!
Oysa doğum aileye ve topluma yeni bir bireyin katılması, bir kadının anne olması, bebeğin ve annenin artık aynı bedende değilken bile aynı seviyede bağlanması açılarından bir GEÇİŞ evresidir. Bu geçişin gözle görülür yanı bebeğin annesinin bedenini fiziksel olarak terk etmesidir. Ama doğumun gözle görülmeyen ya da etkisi hemen anlaşılmayan çok yönü var. Sadece anne ve bebeği de ilgilendirmiyor, bir sonraki nesilin yetişmesinin başlangıcı olarak tüm toplumu da ilgilendiriyor. Doğumun sadece yüzde kaçı vajinal doğdu, yüzde kaçı sezaryen oldu meselesi de anlamsız bir tartışma! Çünkü önemli olan doğumun şekli değil, kalitesidir. Doğum bir kadın için o kadar önemli bir olay ki, doğumda yaşanan her şey annenin beynine, bilincine ve bilinç altına kazınıyor. Anne bedenen ve ruhen bir geçiş halinde olduğu için travmaya da çok açık hale geliyor. Bu geçişte hormonlar var, mediatörler var. Bunlar emzirmeyi başlatıyor, sütü salgılıyor, annenin bebeğine en kutsal aşk ile bağlanıp ona kendi ihtiyaçlarını göz ardı edip bebeği için canını vermeye varacak fedakarlıkları yapmaya hazır hale getiriyor, daha neler neler…
Vücudumuz bir makine değil. Düğmesine bastığınızda birden annelik güdüleri devreye girmiyor. Fizyolojik mekanizmalar var ve bunları taklit etmek öyle kolay değil. Ayrıca günümüzde bunları böyle görmediğimiz için taklit etme derdimiz de yok. Gayet mekanik olarak belirlediğimiz ve “yeterli” dediğimiz gün hastaneye gidiyoruz, bebekle anneyi ayırıyoruz, her şey sağlıklı gibi geliyor. Çünkü azalmış süt, yetersiz bağlanma, depresyon, müdahalelere bağlı komplikasyonlar gibi uzun vadede olan etkileri görmüyoruz. Doğuma bakış açımızı değiştirirsek bu kısır döngüyü de nasıl kıracağımızı bulabiliriz. Doktorlar şöyle, gebeler böyle, koşullar kötü diyerek birilerini suçlamayı bırakıp, doğum koşullarını nasıl düzeltiriz, doğumda kadınlara nasıl destek oluruz, bebeklerin hayata başlangıçlarını nasıl daha kaliteli hale getiririz, gereksiz sezaryenleri nasıl önleriz, doğumdan anne ve bebek kadar doktor ve ebenin de mutlu ayrılmasını nasıl sağlarız diye çalışmamız lazım.
İşte doğumun sadece doğum olmaması itibariyle konuşulacak, tartışılacak, bilgilendirilecek, sorgulanacak yüzlerce yönüne bir giriş! Her zaman gebelerin ve sağlık çalışanlarının sorunlarını dile getirmeye çalışacağım. Doğumlar daha güzel olsun, daha sağlıklı olsun diye…