Doğum Fizyolojisi
Doğumun başlangıç belirtisi denince akla nişan ya da suyun gelmesi gelir. Her şey somut olmazsa görememeye dayalı bir yaşam tarzımız olduğu için çok daha belirgin bazı belirtileri hiç duymuyoruzdur belki de… Mesela doğumu yaklaşan kadın kendini hafiflemiş hisseder. Bazen ishal olur. Bağırsaklar kendini boşaltır, bazı hastanelerde rutin olan lavman uygulamasını vücut kendi kendine yapar. Bunun gibi doğum başlangıcı olabilecek bazı belirtiler olsa da en önemlisi hayvanlardaki yuva yapma içgüdüsünü yaşar. Hisseder demeliydim ama demedim. Çünkü kendimize o kadar yabancılaştık ki bu tarz şeyleri hissetmiyoruz artık. Bebeğin gelişine hazırlanma ve yuva yapma arzusunu temizlik ya da alışveriş yaparak dindirmeye çalışabilir. Adet dönemi öncesi hisleri her kadının farklı şiddet ve içerikte olduğu gibi doğum öncesi hisleri de herkeste farklıdır. Günümüzde çoğu doğum suni olarak başlatıldığı ya da başlamadan sezaryen olduğu için bu dönemi yaşayan kadın pek kalmadı. Belki de bu dönemin varlığı ve özellikleri bu yüzden artık pek bilinmiyordur.
Daha sonra dalgalar hızlanır. Artık 3-5 dakikada bir 1 dakika kadar süren kuvvetli dalgalarla başa çıkma zamanıdır. Gebe bu aşamada dalga aralarında etkin bir şekilde gevşerse dalgaları daha rahat karşılar. Dikkat edin, sancıları daha kolay çeker demedim. Sancı çekme ve ağrıya dayanma psikolojisinde bir kadın doğum dalgalarının gücüne kısa bir süre dahi tahammül edemez. İyi bir doğuma hazırlık eğitiminde gebeye bu süreci nasıl keyifli bir mücadeleye dönüştürebileceği gösterilir. Doğum ağrısız olur demiyorum. Doğum kolay olur da demiyorum. Doğum bir yolculuktur ve eğer bir dağa tırmanışa benzetirsek en dik etabı budur. Asla oturup bir film izlemek gibi olmaz. Çoğu gebenin beklentisi maalesef böyle olduğu için bu örneği verdim. Doğuma zihnen ve bedenen iyi hazırlanmış bir gebe doğumu sırasında uygun koşullara da sahipse ve doğru desteklenirse terler, yorulur, zorlanır ama tahammül edemeyeceği bir ağrısı olmaz. Ağrısı varsa ağrıya yol açan bir sorun vardır.
Bebeğin gelmesine yakın hormonlar ani bir şekilde değişir. O zamana kadar anneyi her dalga sonrası endorfin hormonu etkisinde uyumaya sevk eden bedeni, bu sefer adrenalin salgılar. Adrenalin “savaş ya da kaç” hormonudur. Yorulmuş anneye bebeği itmek için gerekli gücü verir. Anne bu sırada ayağa kalkmak ister, ağzı kurur, su içmek ister, bir yerlerden tutmak ister. Bu sırada “yapamıyorum”, “bir şeyler yapsanıza,” “olmuyor”, “doğmayacak bu bebek” gibi şeyler söyler. Ne yapacağını şaşırmış gibi bir hali vardır. Saçmalaması normaldir. Bir gebem çantasını toplamaya başlamıştı. “Sıkıldım, eve gideceğim ben, vazgeçtim, doğurmuyorum” demişti ve şaka yapmıyordu.
İşte bu aşamada onu sakinleştirir, her şeyin yolunda olduğunu, ihtiyaç duyduğu desteği vermeye hazır beklediğinizi söylerseniz kısa bir süre sonra doğum gerçekleşir.
Bebeğin çıkışı esnasında yanma hissi çok kuvvetlidir. Bunun da normal olduğunu bilen gebe acele etme konusunda ısrarcı olmaz ve sükunetini koruyabilirse bebeğini kollarına almasıyla birlikte oksitosin denizi içinde yüzmeye başlar ki bu hormon aşk hormonudur. Eros’un bir görüşte aşık etmek için sapladığı okun ucunda oksitosin olmalı. Yeni doğum yapan anne de bebeğine bu sayede aşık olur. Ona sarılmak, öpmek, koklamak ister. Mutluluktan havalara uçar. En güzeli de bu hormon etkisinde hafif bir hafıza kaybı da yaşayarak varsa doğum sürecinde yaşadığı olumsuzlukları unutur gider. Bazı gençlere “aşktan gözü kör olmuş” derler ya, o da oksitosin etkisidir. Bu aşk sayesinde hormonları kadını “anne” yapar ve bebeğini besleme, koruma, büyütme için gerekli “annelik güdüleri” başlar.
Güdüler insana sihirli bir dokunuş ile gelmiyor, içimizde bir yerde saklı ama aktive olmaları için mekanizmalar var. Esas mekanizma da doğum yolculuğu! Doğum süreci doğanın kadına öngördüğü şekilde ya da kadının fıtratında olduğu şekliyle işlediğinde “annelik” için gerekenler kendiliğinden başlıyor.
Hiçbir fizyolojik sürecin işlemesine olanak olmayan doğum şekli ise planlı sezaryendir. Hele ki doğum başlamadan, genel anestezi altında bebek doğarsa olan şu: kadın uyuyor, uyanıyor, yanında bir bebek! Ne süt salgısı başlasın diye gerekli hormonlar salınmış, ne erosun oku gelmiş, ne de kadın doğurduğunu kavramış… Sürekli kendisine ameliyat olduğunu hatırlatan bir yara izi ve bebeğin geldiğini unutturmayan bebek ağlaması olmasa, sezaryenden bir gün öncesi ile hissettiklerinin hiçbir fark yok.
Bu demek değil ki sezaryen ile doğum yapanlar anne olmuyor. Tabii ki de sezaryen de bir doğum ve annelik sadece bebeğin çıkış şekli ile tanımlanmıyor. Annelik bir bebeği insan olma yolunda desteklemektir. Anlatmak istediğim şey, kadından anneye giden yolculukta ne kadar kestirme yol kullanılırsa onun telafisini sonradan yapmak gerektiği… Bir kadın evlat edindiği çocuğunun bile görür görmez “annesi” olabilir. Ansızın sezaryen olması gerekse ve çocuğu haftalarca yoğun bakımda kalsa bile hiçbir depresyon, emzirme problemi gibi sorunlar yaşamayabilir. Ama sağlıklı bir doğum yolculuğunda hiç düşünmeden, otomatik olarak işleyen her şeyi çaba sarf ederek sonradan yapması gerekir ve yapamadıkları da karşısına sorun olarak çıkar.
Ben doğum yolculuğunu böyle anlatınca bazıları “yine doğurasım geldi” diyor. Bazısı ise “biz binlerce doğum gördük, hiçbiri senin anlattığın gibi değil” ya da “doğum yaptım ama aşk falan yoktu, o günü hatırlamak bile istemiyorum” diyor. Benim anlattıklarım bir sorun yani patoloji olmayan ve uygun koşullarda gerçekleşen doğumun fizyolojisi… Doğumda olabilecek sorunlar ve uygun koşullar uzun uzun başka yazıların konusu. En önemli ve sık yaşadığımız sorun ise KORKU! Doğum dediğimiz anda korku başlıyor. Genç kızlıktan beri korkunç doğum hikayeleri dinliyoruz. Gebeyken doğum hep komplikasyonlarla anılıyor. Korkmamak mümkün değil. Kimse güzel doğum anılarını anlatmıyor. Anadan kıza kadınlık ile ilgili hiçbir şeyi aktarmıyoruz artık… Korkarak geldiğimiz doğumhanelerin yapısı, bu anlattığım mekanizmaların işlemesi için hiç de uygun değil. Doğumu sadece mekanik olarak bebeğin annesinden çıkışı olarak görüyoruz ve sadece acı ile özdeşleştiriyoruz. O yüzden tarif ettiğim şekildeki doğum yolculuklarını göremiyoruz pek… Mücadeleyi ve aşkı da görürsek doğumda, uygun hazırlıkla, uygun ortamda keyifli ve sağlıklı doğumları rutin olarak yaşama ve yaşatma şansımız çok artar.